Başkan’ın Konuşmasındaki Ayrıntıyı Atlamayalım…

TCMB Başkanı Kavcıoğlu, “Cari fazla verdiğimizde çok daha sağlıklı bir fiyat istikrarına kavuşmuş olacağız. Yüksek cari açıkla dezenflasyonist ortamın fiyat istikrarını sağlamadığını gördük” dedi…

Bu aslında 2002-2017 arasında uygulanmaya çalışılan değerli Türk lirası döneminin de eleştirisiydi. Yaklaşık 15 yıllık ekonomi politikası ile yakalandığı düşünülen fiyat istikrarının ve büyümenin de sürdürülemez olduğunun farklı biçimde ifade edilmesiydi.

2002’den itibaren gelişmiş ülke merkez bankaları başta olmak üzere düşük faiz-genişletici para politikaları, görece faizi yüksek gelişmekte olan ülkelere büyük miktarda sermaye akımlarına neden olmuştu. Türkiye de bol para girişinden yararlanan ülkelerden biriydi. “Döviz gelsin de nereden gelirse gelsin” anlayışı neredeyse sloganımız oldu. Türk Lirası değerlendi.

Gelen döviz üretken yatırımlar ve bunu destekleyecek altyapı (eğitim, AR-GE vs.) yerine hemen sonuç alınacak “popülist” alanlarda kullanıldı. DPT gibi bir kurumunuz da kalmadığı için bu yatırımların etkinliği, yaratacağı katma değerin sürekliliği, istihdam ve sürdürülebilir büyümeye katkısı hesaplanmadı/hesaplanamadı.

Döviz geldikçe kur ve faiz de düştü. Başta Çin’den olmak üzere ucuz ithalat değerli TL ile enflasyonun düşük düzeylerde tutulmasını destekledi. Kredili, tüketime dayalı yaşam biçimi adeta dayatıldı. Sonuç üretimden kopuk ithalata dayalı bir ekonomiydi…

Düşük enflasyona güzellemeler yapıldı. Ancak tüketim çılgınlığında, bunun, ucuz ithalatla sağlandığı gerçeği atlandı.

Peki şimdi değişen ne oldu?

Yukarıda, 2002-2017 arasında Türk lirasının değerliliğine dayalı sistem diye yazdım ama aslında durum biraz daha farklı: Bugün Başkan’ın da üzerinde durduğu “cari açığı kapatmalıyız” noktasına zorunlu olarak gelindi.

Kanıt açık…

Merkez Bankası rezervleri ile büyük müdahaleler yapıldı ama sonuç değişmedi: Türk lirası değer kaybetmeye devam etti. Sonuçta TCMB net döviz pozisyonu eksiye düştü…

Yolun sonu görününce zorunlu olarak “rekabetçi kur” söylemi ön plana çıktı.

Benim TCMB Başkanının konuşmasından anladığım konu şu: Dünyada hammadde fiyatları artıyor, Dolar İndeksi de değer kazanıyor. Türk lirası bu nedenle değer kaybediyor, enflasyonun da nedeni temelde bu ikisi. Öyleyse dünyada hammadde fiyatları düşünceye ve Dolar İndeksi tersine dönünceye enflasyonla yaşamaya devam edeceğiz…

Bu koşullarda rekabetçi kur ile ihracata dönük büyümeye sarılan bir anlayış görüyoruz. Oysa hep yazmaya çalışıyorum. Rekabetçi kur ile ihracat arasında bu denli sıkı bir ilişki söz konusu değil. Kısa vadede ihracat yüksek kurla desteklenebilir ama bunun sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Çünkü ihracatınız da önemli oranda ithal girdiye bağlı…

Diğer taraftan bu “sıkılaşma” konusu da tartışmalı: Faizi enflasyonun altına düşür, konut kredisini destekle; ama kredi kartı taksiti ve tüketici kredisini sıkılaştır. İhracattaki artışın tedarik zincirlerinin kırılmasından kaynaklandığı gerçeğini atlayıp reeskont kredilerini artır.

Sormak gerekiyor… Bu gerçekten sıkılaşma mı?

Enflasyon, öncelik olmaktan çıkmış gibi görünüyor. Fırtına bizi ihracata dayalı büyümeye götürdü. Bunun sürdürülebilirliği ise ayrı bir konu.

Ancak başkanın kredi destekli-cari açık yaratan 20 yıllık politikaları eleştirmesi ve sürdürülemez politikalardı açıklamasını da takdir etmeliyiz…