ABD ekonomisindeki gelişmeler Türkiye ekonomisini nasıl etkiler?

Mayıs’ta açılmalarla birlikte ertelenmiş talebin devreye girmesi nedeniyle artan tüketim harcamaları enflasyonu yukarı çekti, yaz aylarında da bu devam edebilir ama daha sonra dengelenecek…

Geçen hafta, tüm korkulara rağmen, merkez bankalarının da desteği ve yönlendirmesi ile piyasalarda aşırı volatiliteye (dalgalanmaya) izin verilemeyeceğini belirtmiştim. Fed başkanı Powell enflasyondaki yükselişin geçici olduğuna ilişkin görüşleri destekleyerek “Fed’in para politikasını sıkıştırmak için acele etmeyeceğini” söyledi. Doğal olarak genelde uluslararası piyasalar bu “piyasa dostu” açıklamayı borsaları yeniden zirveye taşımak için kullandı. Powell’ın bu açıklamalarının nedeni ise açık: Mayıs’ta açılmalarla birlikte ertelenmiş talebin devreye girmesi nedeniyle artan tüketim harcamaları enflasyonu yukarı çekti, yaz aylarında da bu devam edebilir ama daha sonra dengelenecek…

Ayrıca Fed’in uzun süredir hisse senedi fiyatlarındaki yükselişle tüketim harcamaları arasında sıkı ilişkiye inanması da hızlı bir sıkılaşmayı desteklemiyor. Fed hisse fiyatları arttıkça tüketici harcamalarının artacağı görüşüne sıkı sıkıya bağlı. Kısaca durgunluğu çağrıştıracak her şeye soğuk bakılıyor. Diğer taraftan ABD başkanı Biden altyapı yatırımları için ciddi boyutta bir bütçeyi devreye sokmayı hedefliyor. Bu da ekonomik faaliyetleri canlandıracak bir diğer adım olacak.

Emtia fiyatları, daha güçlü bir dolar ve Çin’in enflasyonu düşürme hamleleri yatırımcıların yükseliş pozisyonlarını gevşetmesine ve vadeli işlem sözleşmeleri satmasına neden olarak şimdilik yönünü aşağı çevirmiş durumda ama bu düşüş trendinin ne kadar süreceği belli değil…

Tüm bu gelişmeleri Türkiye ekonomisi açısından nasıl okumak gerekiyor?

Önce ABD’de Powell’ın belirttiği gibi “enflasyon geçici, parasal genişlemeye devam” varsayımından gidelim. Normal koşullarda bu piyasalarda risk iştahının ve bizim gibi ekonomilere yönelik sermaye akımlarının artması demek. Ancak Türkiye bu konuda ciddi biçimde ayrışmış bulunuyor: Bir taraftan yatırım yapılabilir seviyenin altındaki kredi notumuz diğer taraftan benzer ülkelere kıyasla oldukça yüksek CDS primimiz nedeniyle sermaye akımının dışında kalıyoruz. Yüksek kısa vadeli dış borcu (190 milyar USD) da maalesef yüksek maliyetle çevirebiliyoruz. Türkiye yapısal değişim sağlayacak adım atmadan ve güven vermeden bu gelişmelerin tersine çevrilmesi mümkün görünmüyor.

İkinci senaryo ise Powell’ın yanılması yani Fed’in hedeflenenden önce sıkılaşmaya gitmesi. Bu koşullar altında sermaye akımlarının bizim gibi ülkelerden kaçış olasılığı yükselecek; sermaye kaçmasa bile daha yüksek getiriler talep edecek demektir.

Her iki senaryoda da bizim için temelde değişen bir şey olmayacak. ABD’nin kararı sermaye akımı açısından etkili olacak ama zaten bizim için olumlu bir tablo zaten söz konusu değil.

Diğer taraftan Çin’in emtia fiyatlarıyla mücadelesi bizim direk Cari Açığımız açısından önemli olacak. Emtia fiyatları makul düzeylerde tutulamaz ise bu bize Cari Açık ve enflasyon olarak yansıyacak…